BİSİKLETLE EGE TURU-1 (ASSOS-ÇEŞME-410 KM )
Yıllardır Ege sahillerini karış karış gezme hayali dost sohbetlerinde konu açıldığı zamanlar konuşulurdu. 2014 yılının Şubat ayında yine böyle bir sohbet sırasında Assos’dan başlayarak bir bisiklet turu yapmayı kararlaştırdık. Tura üç kişi çıkacaktık. Ben, Hakan ve Murat ağabeyim. Yaz tatiline kadar gerekli araştırmaları yaptık ve güzergahımızı belirledik. Bir yandan da eksiklerimizi tamamladık.
410 KM BİSİKLET SÜRDÜĞÜMÜZ TURUMUZ
1.GÜN : ASSOS - AKÇAY - (60 KİLOMETRE)
Turumuz Assos’dan başlayacaktı. Turumuzun başladığı sabah 07.00’da kalktık. Hazır olan eşyalarımızı bisikletlerimize yükledikten sonra biraz Behramkale köyünü gezdik. ardından yola çıktık.
1. Gün
Kadırga Koyu
Zeytin ağaçlarının arasında yol alırken
Yollarda satıcılar ve su içmek için mola verdiğimiz çeşme
Küçükkuyu
Altınoluk
2.GÜN : AKÇAY – AYVALIK –(70 KİLOMETRE)
Sabah 06.00’da kalktık. Hazır olan eşyalarımızı bisikletlerimize yükledikten
sonra kahvaltımızı yaparak yola çıktık.
2. Gün
İkizçay mahallesini geçerek Dalyan
mahallesi üzerinden Burhaniye’ye doğru hafif tempoda devam ettik. Burhaniye’de
anayola çıktık ve hızımızı da arttırdık. Yola çıkalı yaklaşık 20 kilometre
olmuştu ki Murat abimin bisikletinin lastiği patladı. Yanımıza aldığımız yedek
lastikle kısa sürede değiştirerek yolumuza devam ettik. 4-5 kilometre gitmiştik ki Murat abimin
bisikletinin arka tekerlek aksı kırıldı. Aksiliklerle başlayan turumuzda
moralimizi bozmamaya çalışıyorduk.
Bisikleti tamir etmeye çalışırken
Karaağaç kasabası 500 metre ilerde olduğu
için bisiklet tamircisi buluruz umuduyla bisikletlerimizi elimize alarak
yürüdük. Fakat sonra öğrendik ki Karaağaçta bisiklet tamircisi yoktu. Dört
kilometre ilerideki yerleşim yeri olan Gömeç’e gitmemiz gerekiyordu. Hep
beraber yürüyerek gidersek çok zaman kaybedeceğimiz için arka tekerleği
çıkardık. Ben bu tekerleği alarak bisikletle hızlı bir şekilde Gömeç’e doğru
yola çıktım. Gömeç’e vardığımda bir bisiklet tamircisi bularak aksı tamir
ettirdim ve hızla geri döndüm. Murat Ağabey
ve Hakan da yavaş yavaş yola devam
ettiklerinden kısa sürede yanlarına ulaştım. Tekerleği yerine taktık ve tekrar
yola çıktık. Ayvalık’a hava ısınmadan varmayı planlamıştık ama bir buçuk saat
kadar zaman kaybettiğimiz için güneş etkisini göstermeye başladı.
Zeytin ağaçları ve Ayvalığa doğru ilerliyoruz
Ayvalık’a
ulaşmamız için daha 10-15 kilometre kadar yolumuz vardı. 40 dakikalık bir yolculuktan sonra Ayvalık’a
vardık.
ve sonunda Ayvalıktayız.
Kuzenim Sabriye ve ailesi Ayvalık’ta yazlıkta oldukları için onların
yanına uğradık. Sabriye ve Samilerde yaklaşık iki saat kaldık. Bir yandan
sohbet ederken diğer taraftan dinlendik. Tekrar yola çıktığımızda saat üç
olmuştu. Hedefimiz Cunda adası idi.
Ayvalıkta Sami ve Sabriye ailesini ziyaretimiz.
Yaklaşık bir
saatlik bir yolculuktan sonra Cunda adasında iskeleye vardık. Saat 16:00
olmuştu. Hava sıcak olduğu için terlemiştik. Cunda’da biraz dinlenip su
içtikten sonra hediyelik eşya dükkanlarını gezdik.
Cunda adasında su molası
Cunda Adası
Cunda adası
Sahilde balık
restoranlar masalarını sokaklara sermiş müşteri bekliyorlardı. Cunda’da bir buçuk saat kaldıktan sonra
Ayvalık’a döndük. Gelirken karadan bisikletlerle gelmiştik. Dönüşü tekneyle
yapmaya karar verdik.20 dakikalık bir yolculuktan sonra Ayvalık’a vardık.
AYVALIK
Balıkesir’e bağlı Ege
Denizi kıyısında bulunan ilçe. 64 bin nüfusu bulunan ilçe yazları turizm
sayesinde nüfusu bir hayli artmaktadır. Gezilecek ve görülecek başlıca
yerler: Şeytan Sofrası, Cunda Adası, Ayvalık
Taksiyarhis Kilisesi, Ayvalık Evleri, Sarımsaklı Plajları
|
Saat 17:30
olmuştu. Ayvalık’ta fazla zaman geçirmeden kent merkezine 6 km mesafede bulunan
Sarımsaklı plajlarının olduğu Küçükköy beldesine doğru yola çıktık. Biraz
gittikten sonra yolun hemen sağında muhteşem deniz manzaralı bir yeşil alan
görünce durduk. Karnımız da acıkmıştı. Çantalarımızdaki yiyeceklerimizi
çıkararak akşam yemeğini yedik.
Yol kıyısında yemek keyfi
Yemekten sonra tekrar yola çıkınca Murat abimin
bisikletindeki arka aksta tekrar sorun çıktı. Sarımsaklıya varır varmaz bir
bisikletçiye giderek bisikleti gösterdik.
Bisiklet tamiri konusunda uzman olduğu her halinden belli olan tamirci
bisikleti 1 saatte tamir edeceğini söyleyince bisikletleri orada bırakarak
Sarımsaklının meşhur plajlarına yüzmeye gittik.
Sarımsaklı
plajları 12 kilometre uzunluğunda olup geniş ve ince kuma sahip. Deniz çok
yavaş derinleşmekte. 1 saat denizde yüzdükten sonra bisikletlerimizi almaya
gittik ve arızanın giderildiğini gördük. Sorunu gidermiştik ama havanın
kararmasına yarım saat gibi bir zaman kalmıştı. Geceyi burada geçirmeye karar
verdik. Bu civardaki tek kamp yeri olan
Çamlık kampına gittik. Çadır yeri ve buradaki imkanlardan yararlanmak için
geceliği kişi başı 20 liraydı. Ücretlerimizi ödeyip girişimizi yaptıktan sonra
çadırlarımızı kurduk. Gün boyu 70 kilometre bisiklet sürmüş bir de aksiliklerle
uğraşmış ve oldukça yorulmuştuk. Ertesi gün yine gün erken başlayacak ve yorucu
olacaktı. Kahvelerimizi içip yattık.
3. GÜN: AYVALIK – DİKİLİ – ÇANDARLI (70
KİLOMETRE)
Sabah 06:00’da kalktık.
Çok iyi dinlendiğimiz söylenemezdi. Fakat programımızı aksatmamamız ve sıcak
bastırmadan Dikili’ye varmamız gerekiyordu. Eşyalarımızı toparlayıp yola
çıkmaya hazır hale gelmemiz bir saati buldu. Saat 07:00’de yola çıktık.
3. Gün Güzergahımız
İlk
durağımız 10 kilometre ilerideki Altınova. Altınova, Balıkesir
ilinin Ayvalık
ilçesine bağlı 10 bin nüfusu olan bir belde. Denizden biraz içeride bulunan
Altınova’ya vardığımızda Ege Lokantasında çorba içtik. Biraz da dinlenmiş
olarak yola devam ettik. Ayvalık –Dikili arası yol oldukça geniş ve güzel.
Emniyet şeridi de geniş olduğu için zorlanmadan gittik. Dikili’ye yaklaştığımızda
Balıkesir il sınırı sona ermiş İzmir il sınırı başlamıştı.
Dikili’ye
vardığımızda saat 10:00 olmuştu. İlk
olarak bir market bularak içecek su ve meşrubat aldık. Ardından Cadde
Pastanesinden aldığımız domatesli kaşarlı milföy böreklerini afiyetle yedik.
Börekler gerçekten harikaydı. Ardından kumsala giderek kendimize uygun bir yer
bakmaya başladık. Plajda ara ara bulunan çardaklardan bir tanesine matlarımızı
serdik. Gece iyi dinlenemediğimiz için burada püfür püfür esen rüzgarda bir buçuk saat kadar uyuduk. Bu uyku oldukça
iyi gelmişti. Ardından denize girdik. İlk defa geldiğimiz Dikili’nin denizi
gerçekten harikaydı.
İzmir’in ilçesi olan Dikili çok şirin bir yer
olup 33 bin nüfusa sahip. Küçük ve şirin çarşısı, geniş ve düzenli kumsalı,
mavi bayraklı denizi ve plajlarında 50 metrede bir bulunan duşları özellikle
dikkatimizi çeken şeyler oldu. Dinlenmiş, denize girmiş ve ilçeyi gezmiştik.
Artık buradan ayrılma vakti gelmişti. Saat
17:00 olmuş güneş etkisini kaybetmeye başlamıştı. Hedefimiz 20 kilometre
ilerideki Çandarlı sahil kasabasıydı.
Dikili'den ayrılırken son bir bakış
Güzel duygularla Dikili’yi arkada
bırakırken önümüzde aşmamız gereken bir yokuş vardı. Esentepe köyüne kadar bir
taraftan yokuş diğer taraftan rüzgarın ters yönde esmesi ile oldukça yavaş
ilerledik. Esentepe köyüne geldiğimizde oldukça yorulmuş olduğumuzdan biraz
dinlendik. O sırada orada bulunan bir köylüyle sohbet ettik. Köy, kırk sene
evvel kurulmuş ve yoğun olarak yörüklerden oluşuyormuş.
Dikili- Çandarlı arası
Tekrar yola
koyulduğumuzda artık yokuşlar bitmiş düz yolda gidiyorduk; ama rüzgar yine
aleyhimize esmeye devam ediyordu. Demirtaş köyü sapağından geçerken, bir çeşme
görüp durduk. Çeşmenin yanında karpuz ve
kavun satışı için bir tezgah birkaç da köylü vardı. Köylülerle sohbet ederken
sonradan tanıştığımız Özay Bey, bize bir kavun ikram etti. Kavunu yerken sohbet
ettiğimiz Özay Bey, İstanbul’da doğup büyümüş ve tekstil tasarımcılığı
yapıyormuş. Fakat İstanbul’un karmaşasından uzaklaşmak ve doğal hayat yaşamak
için bu köye yerleşmiş.
İkram edilen kavunu yedikten sonra çektirdiğimiz hatıra fotoğrafı
Tekrar yola
çıktığımızda önümüzde 7-8 kilometre kadar yolumuz kalmıştı. Yolun büyük kısmı
da yokuş aşağı olunca kısa süre sonra Çandarlı göründü. Çandarlı’ya
vardığımızda saat 19:00 olmuştu.
Çandarlı; yarımada
üzerine kurulmuş bir kasaba. İlk adı
Pitane olan yerleşim, II. Murat’ın veziri Çandarlı Halil Paşa’nın buraya bir
kale yaptırmasından sonra Çandarlı ismini almış. Günümüzde İzmir’in Dikili ilçesine bağlı bir
belde olan Çandarlının nüfusu 5 bindir. Yaz aylarında turizm sayesinde nüfusu
artmaktadır.
Yarımada şeklinde uzanan Çandarlı
Çandarlı Sahili ve Çandarlı Kalesi
Yarımadayı
bisikletle kısa sürede gezdik. Plajın hemen arkasında kale vardı. Uzun kumsalı
gerçekten çok güzeldi. Denize girmek istedik; fakat duş bulamayınca vazgeçtik.
Havanın kararmasına da fazla vakit kalmamıştı. Önce yemek yemeye karar verdik.
Şehir merkezinde gördüğümüz nezih bir lokantaya giderek yemek yedik. Bu arada Çandarlı’da çadırımızı
kurabileceğimiz bir kamp alanı olmadığını öğrendik. İzmir yolu çıkışında Dandik
Kafe’nin yanında çadırımızı kurabileceğimizi söylediler. Yemekten sonra denilen
yere geldiğimizde Dandik Kafe’nin sahibi
Raşit Bey kafenin yanında kalabileceğimizi söyledi ve bize elinden
geldiğince yardımcı oldu. Çadırlarımızı kuracağımız yeri belirleyince Çandarlı’nın
akşamını görmek ve biraz dolaşmak için gece daha hareketli olan kalenin de
bulunduğu kuzeydeki sahile gittik. Sahil boyu son derece hareketliydi. Çandarlı,
Kuzey Ege’de küçük, şirin, doğanın henüz bozulmadığı, doğallığını koruyan, gecesiyle gündüzüyle
bizim beğendiğimiz bir yer oldu. Biraz dolaştıktan sonra meşhur Veli Usta dondurmacısından dondurma alıp
yedik. Ardından saat gece yarısı 00:00’ı geçtiği için çadırlarımızı kuracağımız
yere döndük. Ertesi gün bizi yine yorucu bir gün bekliyordu. Çadırlarımızı
kurup uzun günün yorgunluğunu atmak için yattık.
4. GÜN: ÇANDARLI-İZMİR (95 KM)
Sabah
uyandığımızda yeni macera dolu bir güne hazırdık. Gece bir ara havlayan
köpekleri saymazsak iyi uyumuştuk ve geç yatmamıza rağmen dinlenmiştik.
Çadırlarımızı toparlayıp, yola çıkmaya hazır hale geldiğimizde saat 07:30
olmuştu.
4. Gün Güzergahı
Yola çıktığımızda Çandarlı’dan Çanakkale –İzmir yol sapağına kadar
yaklaşık 10 kilometre yol oldukça sakindi. Nadir geçen arabalar dışında yol
bizimdi.
Çandarlı'dan Ali Ağa'ya giderken
Ana yola çıktığımızda ise emniyet şeridinin geniş olması bizim burada
yol almamızı kolaylaştırıyordu. Tek sorun tersten esen rüzgardı. Bu sayede
hızımız yavaşlıyordu. 10’ar dakikalık 2 mola vererek saat 10:00 da Ali Ağa’ya
vardık.
Şehir merkezinde bir pastaneden poğaça ve börek alarak kahvaltı yapmak
için sahilde bulunan güzel bir parkta, çay bahçesine oturduk. Poğaçalarımızı
çaylarla beraber yedik. Kahvaltımızı yaptıktan sonra parkta ağaçların altında
çimlerin üzerine matlarımızı sererek uzandık. Bir saat kadar dinlendikten sonra
tekrar yola çıkma vakti gelmişti. Burada bizim için sürpriz olan bir şey öğrendik.
Ali Ağa’dan İzmir’e kadar metro hattı varmış. Metroyu kullanarak İzmir’e
gidelim ve zaman kazanalım düşüncesiyle Metro istasyonuna gittik. İstasyona
vardığımızda saat 14:00 olmuştu. İstasyonda tekrar bir sürprizle karşılaştık.
Metroya gündüz saatlerinde bisiklet
alınmıyor akşam 20:00’den itibaren alınıyordu. Bunun üzerine tekrar bisikletlerimizle
gitmeye karar verdik. Önümüzde İzmir’e kadar 55 kilometre vardı.
Tekrar yola
çıktığımızda enerjimizi depolamış, zinde olarak pedal çevirmeye başlamıştık. Tek
sorun sıcaktı. Yolumuz düzdü ve ortalama saatte 30 kilometre hızla Foça yol
ayrımına kadar gittik. Kısa bir mola vererek su ihtiyacımızı karşıladık.
Ardından tekrar yola çıktık. İyi bir tempo tutturmuştuk. Hava sıcak olduğu için yarım saatte bir su molası verip
tekrar yola devam ederek saat 17:00’de İzmir’in girişine geldik.
Çiğli’yi
geçerek Mavi Şehir’den sahil yoluna geçerek Bostanlı iskelesine geldik. Buradan
vapura binerek Konak’a geçtik.
Vapurdan Alsancak ve İzmir Körfezi
Ali Ağa’dan
Konak’a kadar çok keyif aldığımız bir yolculuk olmuştu ve sonunda Konak’a
ulaşmıştık. Saat kulesinin önünde bir hatıra fotoğrafı çekindik. İzmir’in
sembolü haline gelen saat kulesi, 2. Abdülhamid
tarafından 1901 yılında yaptırılmıştır. Üzerindeki saat ise devrin Alman
İmparatoru 2. Wilhelm tarafından hediye edilmiştir.
Ege’nin incisi
İzmir, her zamanki gibi güzelliği ve canlılığı ile insanları etkilemeye
devam ediyordu.
Konaktan sahil bisiklet
yolunu takip ederek Göztepe’ye doğru gitmeye başladık. Akşam Şahinlerde misafir olacaktık. Hedefimiz
Hatay. Bir süre sonra sahilden iç tarafa doğru bisiklet sürmeye başladık.
İzmir’in bu bölgesi gerçekten yokuşun dik olduğu bir yer. Ben buraları
İstanbul’daki Ortaköy’e benzetiyorum. Ve nihayet Hatay’a vardık. Şahin bizi
karşıladı. Akşam Şahin’in misafiri olduk. Kendisi bizi çok iyi ağırladı. Yemek
ardından çay ve sohbet derken günün sonu gelmiş ve oldukça yorulmuştuk. Uyumak
lazım,deyip yattık.
5. GÜN: İZMİR - ÇEŞME (105 KM)
Sabah 06:00’da dinlenmiş
olarak uyandık. Murat abim işi çıktığı için burada bizden ayrılıyordu. Yola
artık Hakan’la beraber devam edecektik. Bizi misafir eden Şahin’e teşekkür
ederek oradan ayrıldık.
5. Gün Güzergahı
Bisikletlerimize binecektik ki bisikletimin lastiğinin
patlamış olduğunu fark ettim. Hemen çantada bulunan yedek lastikle değiştirdik.
Ardından yolda kahvaltı yapmak için
yiyecek bir şeyler alarak yola çıktık. Sahile indikten sonra İnciraltı’na kadar
sahil bisiklet yolundan gittik. İzmir’de belediye hem sahil boyunca bisiklet
yolu yapmış hem de kiralanan şehir
bisikleti uygulaması getirmiş. Bisiklet severleri mutlu eden bu gelişmeler bizi
de tabi ki sevindirdi.
İnciraltı’ndan
itibaren araç yolunun sağından yola devam ettik. Balçova’yı geçtikten sonra Narlıdere’ye kadar
yol bir ara daraldı.
Narlıdere
Narlıdere, Ege
Ordu Komutanlığı, Güney Deniz Saha Komutanlığı ve İstihkam Okulu’nun bulunduğu
İzmir’in ilçesi. Narlıdere gerçekten çok güzel bir yerdi. Yola biraz daha devam
edince Güzelbahçe’ye ulaştık. Ege Denizi kıyısındaki bu şirin kasabalar art
arda dizilmişlerdi. Maltepe Askeri Lisesi de yine Güzelbahçe’de bulunuyordu. Urla’ya az bir mesafe kalmıştı. Yarım saat
daha gittikten sonra Urla’ya vardık. İzmir’den Urla’ya kadar yol gayet güzeldi.
Hep düz yolda gelmiş yokuş iniş ve çıkışı olmamıştı.
Urla’nın girişinden sağa
doğru saparak ağaçlık bir yoldan yokuş inerek 8 km ilerideki Çeşmealtı’na gitmeye karar verdik.
Çeşmealtı’na varınca küçük şirin bir ege sahil kasabasıyla karşılaştık. 10-12 yaşlarındaki çocuklar rüzgar sörfü yapıyorlar,
bu da denizde çok güzel rengarenk bir görüntü ortaya çıkarıyordu. Burada
gördüğümüz bir markete girerek yiyecek bir şeyler aldık ve bir yere oturarak
yedik. Çeşme’ye kadar bir hayli yolumuz
olduğu için fazla oyalanmadan tekrar yola çıktık.
Çeşmealtı
Tempolu bir şekilde giderek
20 dakika gibi bir zamanda 8 kilometreyi geri dönerek tekrar Çeşme yoluna
çıktığımızda saat 12 olmuştu. Önümüzde 55 kilometre yol vardı ve hava oldukça
sıcaktı.
Turumuzun en zor
kısmının başladığının farkında değildik. Yanımızda birer küçük pet şişe suyumuz
vardı. Haritada Uzunkuyu isimli bir yerleşim yeri vardı. Oraya en geç bir saat
sonra varır oradan alırız diye düşündük. Urla’dan yola çıktıktan sonra bir süre
düz yolda gittikten sonra rampa indik ama rüzgara karşı indiğimiz için adeta
yokuş çıkar gibi pedal çevirdik. Karaburun sapağına gelmiştik ki yokuş başladı.
Yaklaşık 7 kilometre süren bu yokuş oldukça dik olduğu için çok yavaş ilerliyorduk.
Diğer taraftan güneş kendisini iyice hissettiriyordu. Yanımdaki termometreye
baktığımda sıcaklık 53 dereceydi. Suyumuz da bitmiş olduğundan sıcakta iyice
bunalmış olarak yokuşun sonunun gelmesini bekliyorduk. Diğer taraftan Urla’dan çıktığımızdan
beri 20 kilometre boyunca alışveriş yapılacak hiçbir dükkan ya da benzin
istasyonu da yoktu. Nihayet yokuş sona ermiş ve tam zirvede dinlenme
tesisi vardı. Hemen çeşmenin yanına giderek başımızı çeşmenin altına soktuk.
Su ihtiyacımızı
karşılamış ve biraz da dinlenmiştik. Tekrar yola çıktık. Bu seferde yokuş
aşağı gidiyorduk. İnişin bittiği yerde
Uzunkuyu köyü vardı. İlk olarak yol kıyısında kavun ve karpuz satan köylü bayandan
kavun aldık ve afiyetle yedik. Satıcı bayan bizi görünce “yola çıkmak için en
sıcak günü seçmişsiniz” dedi. Bizi de özellikle sıcak yormuştu. Biraz daha dinlenmek
istiyorduk. 1 kilometre ileride köyün küçük bir bakkalı vardı. Bakkalın olduğu
yere gittik. Bakkalı işleten yaşlı amca bize oturmamız için birer sandalye
verdi. Bakkaldan aldığımız içecekleri içtik ve bir saat kadar dinlendik.
Önümüzde 25
kilometre yolumuz vardı. Enerjimizi tekrar toplamış olarak yola çıkmaya karar
verdik.
Yola çıkmak için
bisikletlerimize bindiğimizde bisikletimin arka lastiğinin biraz indiğini fark
ettim. Bir günde iki defa lastiğin patladığını görmek oldukça can sıkıcıydı.
Lastiği şişirdik ve ilk benzin istasyonuna kadar gitmeye karar verdik. Yola
çıktık. 3 kilometre ilerideki benzin istasyonuna vardığımızda tekerleğin çok az
indiğini görünce Çeşme’ye kadar böyle gitmeye karar verdik. Benzin istasyonunda
lastiği tekrar şişirdik ve yola çıktık.
Çeşme'ye doğru son bir gayret
Önümüzde bizi zorlayacak bir rampa
olmadığı için hızlı yol alıyorduk. Bir saatlik bir yolculuktan sonra nihayet 17:30
gibi Çeşme’ye ulaştık.
Çeşme’ye varır
varmaz ilk olarak Ilıca’ya giderek denize girdik. Denizde yüzerken günün bütün
yorgunluğunu unuttuk. Ilıca incecik kumlu plajıyla ve turkuaz renkli denizi ile
gerçekten çok güzel…
Çeşme - Ilıca
1 saat kadar
denizde yüzdükten sonra duşumuzu aldık. Bu sırada bisikletin lastiği iyice
inmişti. Tamir edip akşam yaklaştığı için çadırlarımızı kuracağımız uygun bir
yer aramaya başladık. Uygun bir yer bulduktan sonra akşam yemeğini yemek için
Alaçatı’ya gitmeye karar verdik.
Ilıca Alaçatı arası bisikletle 15 dakikalık bir
mesafe. Alaçatı’ya geldiğimizde son derece hareketli bir ortamla karşılaştık. Alaçatı;
taş döşeli sokakları, elit mekanları ve begonvil ile kuşatılmış küçük taş binaları ile çok
şirin bir yer… Sokaklarında gezerken Ege kültürü ve havasını hissediyorsunuz.
Hemen çarşının girişinde yel değirmenleri karşımıza çıktı. Zaten Alaçatı ile
ilgili hediyelik eşyalarda yel değirmeni figürü ön plana çıkıyor.
Buranın kumrusu
meşhur olduğu için kumru yemeye karar verdik. İzmir’e özgü olan kumru, sandviç
şeklinde arasında sucuk, sosis, kaşar, domates ve çeşitli malzemeler bulunan
bir yiyecek…
Günün yorgunluğuna
rağmen Alaçatı’nın çarşısını görmekten memnun kalmıştık. Vakit bir hayli
ilerlemiş gece 00:00’ı geçmişti. Artık yatma ve dinlenme vakti gelmişti.
Geldiğimiz yoldan tekrar Ilıca’ya döndük ve çadırlarımızı kurarak yattık.
Sabah 09:00’da
kalktığımızda dinlenmiş ve yeni güne hazırdık. Bugün turumuzun sonuna
gelmiştik. Günü Çeşme’de geçirecek ve daha sonra geri dönecektik. Eşyalarımızı
topladıktan sonra bir çay bahçesinde kahvaltımızı yaptık. Ardından Alaçatı’ya
doğru hareket ettik. Sörf yapılan kumsala gidecektik. Yaklaşık 40 dakikalık bir
yolculuktan sonra vardık.
Çeşme- Alaçatı
Çeşme -Alaçatı çarşısı
Çeşme -Alaçatı çarşısı
Sörf konusunda dünya çapında meşhur olan Alaçatı’da
devamlı rüzgar olmasına rağmen su dalgalı değil. Sörf yapanları biraz
izledikten sonra geri döndük.
Alaçatı çarşısına
tekrar döndüğümüzde burada çok ilginç bir camiyle karşılaştık. Alaçatı
Pazaryeri Camii…
ALAÇATI PAZARYERİ CAMİ
1874 yılında Yuhannis Halapas tarafından Ayios Konstantinos
kilisesi olarak inşa edilen yapı Cumhuriyet'in kurulduğu yıllarda Atatürk
tarafından camiye dönüştürüldü. Bakımsızlıktan harabeye dönen cami için
Alaçatı Belediyesi 2009 yılı Eylül ayında restorasyon çalışması başlatmış,
2010 yılında ise ibadete açılmıştır.
|
Caminin ilginç olan özelliği ise; içerisine girildiğinde caminin
sol duvarında kilise döneminden kalma freskler ve figürler var. Turistlerin
gezmesi için kilise özelliği korunan duvar namaz saatlerinde bir perde ile
kapatılıyor ve namaz kılınıyor. Yani Müslümanlar namaz kılarken, turistler
caminin perde ile kapatılan kilise bölümünü ziyaret edebiliyor.
Alaçatı-Pazaryeri Cami
Perde arkasında kilise kalıntıları
Kiliseden kalma resimler
Alaçatı
çarşısından birkaç hediyelik eşya aldıktan sonra geri dönüş vakti gelmişti.
Turumuzun beşinci günündeydik. Çok keyif aldığımız, her günü farklı bir macera
yaşadığımız ve güzel hatıralarla zihnimizde iz bırakan bir turun birinci etabı böylece sona erdi. Gelecek yıl Ege turumuza
kaldığımız yerden devam etme temennisiyle Çeşme’den ayrıldık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder